Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Öğe Zor ve Riskli Bir Yol: Karotis Anjiografi(2021-10-(14-17)) Demir, Bilgehan; Pepele, Mustafa Sefa; Kurtoğlu, Ertuğrul; Akdaş, İbrahimGIRIŞ: femoral anjiografi daha eski olmakla beraber trans radial anjiografi 1989 dan beri yapılmaktadır. Serebral anjiografide steath ile lezyon alanındaki mesafenin uzun olması tedavide başarı şansını düşürmektedir. Mesafenin uzak olması damarsal ringlerin daha sık görülme ve klavuz telin kontrolünü daha da azalmasına neden olmaktadır. son dönemlerde radial anjiografi yaygınlaşması kolay kanamanın durması(1), antokoagulan tedaviye devam etme zorunluluğu olmaması ve serebral alana yakınlığı avantaları olsa da radial arterin dar ve spazm oluşturma riskleri nedeni ile dezavantajları da mevcuttur. sunmaya çalıştığımız bu hasta da damar yapılarının çok kötü olması nedeni ile serebral anjiografisi karotis seviyesinden yapılarak başarıyla tedavi edilmiştir. OLGU: 56 yaşında erkek hasta sol tarafta ani gelişen kuvvetsizlik nedeni ile 112 tarafından acil servise getirilen hastanın, yapılan fizik muayenesinde sol alt hareket olmadığı sol üstte 4/5 kuvvet kaybı olduğu gözlemlendi. Vitalleri tansiyonları 136/88 mmhg, nabız 82 dk/atım, solunum 20 /dk, ateş 36.8 C, olarak ölçüldü. Kan tetkikleri alınarak difüzyon MR planlanması yapılarak, çekim yapıldı. MR da sağ MCA enfarkt olarak değerlendirilen hasta için nöroloji bölümüne konsulte edildi. Nöroloji nöbetçi doktoru tarafından trombolitik ve beyin anjio yapılması planlandı. Beyin anjiosu yapılan hastanın tıkalı damarı açılarak sağlığına kavuşturulmuştur. TARTIŞMA: Serebro vasculer hastalıklarda ilk 6 saatteki tedavi de kullanılan beyin anjio çağımızın efektif tedavilerindendir. Dramatik iyileşmelerin olması tedavinin önemini artırmaktadır. Femoral yapılan anjiolar da kardiyak için engel olmazsa da beyin anjiolar da karotis ve üst seviyelere stent yerleştirmek daha zor bir işlemdir. Bu yüzden radiyal anjiografi bu açıdan daha avantajlıdır. Transradial yaklaşım, sağ vertebral ve sağ karotis sistemlerine yapılan müdahaleler için idealdir. Sağ vertebral arterin transfemoral bir yaklaşımla kateterize edilmesi genellikle son derece zordur. Transradyal bir yaklaşımdan, sağ vertebral arter genellikle en kolay kateterize edilen serebral damardır(2). Anjio için kullanılan femoral arter, herhangi bir nedenle kullanılamaması durumda tercih edilebilecek bir damar olan karotis arter, hem anatomik olarak önemli organ komşuluğu, enfeksiyon ve kanama açısından dikkatli olunması ve ancak tecrübeli ellerle yapılacak bir seçenektir. Anjionun yapılması için yapan kişinin önemli olduğu kadar hastanın anatomik yapısında anomali olmaması, hastanın kullandığı ilaçlar ve anamnez de damar yapı anormalliği oluşturan hastalıkların olmaması tedavi etkinliği için çok önemlidir.Öğe Yıldırım Düşmesinin Basınç Etkisine Bağlı Bir Olgu A Case Related to the Pressure Effect of Lightning(2021-09-(18-19)) Pepele, Mustafa SefaYıldırımın patlayıcı etkileri uzun zamandır bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda yıldırım ile birlikte basınçlı patlama dalgası ve bununla ilişkili aşırı basıncı, bununla ilişkili önemli yaralanma etkilerine sahip görünüyor. Bu vaka sunumunda 65 yaşında bir hastanın açık alanda yıldırımın kendi üzerine değilde yakın bir alana düşmesi sonucu vücudunda yıldrımın direk etkisi dışında basıç etkisine bağlı olarak gelişen subaraknoid kanama ve subdural kanaması mevcuttu. Yıldırım çarpmasınn sadece elektriksel ve ısı ya bağlı yaralanam yapmadığını aynı zamanda basnç etkisine bağlı yaralanamalara sebep olduğunu göstermek istedik.Öğe Acilde Nadir Bir Vaka; Gebelikte Uterus Reptürü(2021-10-(14-17)) Pepele, Mustafa Sefa; Demir, Bilgehan; Nogay, Süleyman; Ercan, AbdullahGIRIŞ: Ülkemizde acil servislere başvurular arasında karın ağrıları azımsanamayacak şekilde fazladır. Gebe karın ağrıları daha çok kadın doğum aciline başvuru yapsalar da gebelik ile ilgili bir sorun olmadığı zaman genellikle tekrardan erişkin acile yönlendirilmektedirler. Bu vakamızda bir gün önce kadın doğum acile başvuru yapan bir gebe hastanın taburcu olduktan bir gün sonra acil servisi başvurması sonrası tanı alan uterus rüptürünü vaka olarak sunacağız. VAKA: 30 yaşında bilinen 14 haftalık gebeliği olan hasta acil servise karın ağrısı ve halsizlik şikâyeti ile geldi. Hastanın anamnezinde ağrının dün başladığı ve dün kadın doğum acile başvurduğu ve orada yapılan USG de bir sorun olmadığı söylenerek taburcu edildiği, 3 yıl önce sezaryenle bir doğum yaptığı öneriliyor. Hastanın karın ağrısı artması üzerine acil servise başvuruyor. Hastanın vitallerinde tansiyon arteriyel: 92\56 nabız 110 larda ateş:36,4 hastanın muayenesinde karında yaygın bir defans ve rebaund mevcut. Hastanın hemogram ve biyokimyası alınıyor, tam idrar tetkiki isteniyor. Hasta abdomen USG ye gönderiliyor yapılan USG de batın içi yaygın sıvı görülüyor ve canlı fetüs görülüyor. Kan değerlerinde hb:7,1 mg\dl htc:23 geliyor. Hasta kadın doğuma konsülte ediliyor hasta da acil müdahale düşünülmüyor ve hasta genel cerrahiye konsülte ediliyor. Genel cerrahi tarafından hasta ve hasta yakınlarına tüm riskler anlatılarak tanı amaçlı laparoskopik cerrahiye alınıyor. Operasyon sırasında batın açıldığında uterus rüptürü olduğu görülüyor ve hasta kadın doğuma devir ediliyor. Kadın doğum tarafından hastanın gebeliği sonlandırılıyor ve histeretomi yapılıyor. TARTIŞMA: Gebelikte uterus rüptürü acil bir durumdur (1). Uterus rüptürü insidansı artan sezaryen sayısı ile artmaktadır (2). Ama bizim hastamızda sadece 1 sezaryen doğum mevcuttur ve gebelik haftası çok erkendir. Gebe hastalarda karın ağrısında uterus rüptürünün ayırıcı tanıya dahil edilmesi önemlidir. Tanı koymada en büyük etken ultrason muayenesi ve acil doktorunun muayenesidir. Bu vaka raporunun amacı nadir görülen bir uterus rüptürü olgusu sunmaktı ve uterus rüptürünün teşhisinin ne kadar zor olabileceğini göstermekti.Öğe COVID-19’da Akciğer Dışı Şikâyetlerle Acil Servis Başvuruları(2021) Pepele, Mustafa Sefa; Yücel, Neslihan2019 yılında ilk olarak Çin’in Hubai eyaletinde başlayan ve daha sonra Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi kabul edilen koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) salgınının başlangıcında öncelikli olarak solunum sisteminini hedef alan bir hastalık olduğu düşünülürken kısa süre sonra insan vücudunda birçok sistemi etkilediği ortaya çıkmıştır. Birçok hastada kardiyolojik, gastrointestinal, hepatobiliyer ve nörolojik şikâyetler gelişmiştir ve birçok hasta bu şikâyetlerle acil servislere başvurmaktadır. Acil servis hekimleri, tanılanmış veya tanısı konmamış bu COVID-19 hastalarının şikâyetlerini değerlendirirken bu sistemlere yönelik semptomlara dikkat etmeli ve ayırıcı tanıda COVID-19 hastalığı gözardı edilmemelidir.Öğe Geriatrik Popülasyonda İntihar Davranışı Ve Deliryumun Psikiyatrik Acil Olarak Tanınması Ve Yönetimi(2022) Uğur, KerimGeriatrik popülasyonda intihar davranışı ve deliryumun psikiyatrik acil olarak tanınması ve yönetimiÖğe Molecular Mechanism of the Protective Effect of Tianeptine Against Ketamine-Induced Cardiac Injury in Rats(2021-10-26) Yıldız, Sevler; Uğur, Kerim; Taş, Hakan; Özçiçek, Fatih; Kuyrukluyıldız, Ufuk; Mendil, Ali; Çankaya, Murat; Mamedov, Renad; Süleyman, HalisKetamine is a short-acting anesthetic drug that is derived from phencyclidine. Ketamine is used to treat depression and chronic pain disorders, as well as for anesthesia, analgesia, and sedation. Ketamine’s sympathomimetic characteristic causes cardiotoxicity. The pathophysiology of ketamine’s harmful impact has been linked to reactive oxygen species (ROS) and proinflammatory cytokines such as interleukin 1 beta (IL-1), interleukin 6 (IL-6) and tumor necrosis factor alpha (TNF-?). Tianeptine is an antidepressant that works similarly to tricyclic antidepressants. According to studies, tianeptine reduces the production of proinflammatory cytokines such as ROS, IL-1, IL-6, and TNF-?. Tianeptine has a sympatholytic action as well. All of this evidence suggests that tianeptine might help to reduce ketamine cardiotoxicity. The goal of our research is to use biochemical and histological techniques to see how tianeptine affects ketamine-induced cardiotoxicity in rats.Öğe Recommendations for Hepatitis B Immunoglobulin and Antiviral Prophylaxis Against Hepatitis B Recurrence After Liver Transplantation(Murat Aladag, 2021) Mesut Akarsu; Soner Onem; Ilker Turan; Gupse Adali; Meral Akdogan; Murat Akyildiz; Murat Aladag; Yasemin Balaban; Nilay Danis; Murat Dayangac; Genco Gencdal; Hale Gokcan; Elif Sertesen; Merve Gurakar; Murat Harputluoglu; Gokhan Kabacam; Sedat Karademir; Murat Kiyici; Ramazan Idilman; Zeki KarasuThe combination of hepatitis B immunoglobulin and potent nucleos(t)ide analogs after liver transplantation is considered as the standard of care for prophylaxis against hepatitis B virus recurrence. However, the recommended doses, route of administration, and duration of HBIG administration remain unclear. Moreover, hepatitis B immunoglobulin-free prophylaxis with potent nucleos(t)ide analogs has shown promising disease outcomes in preventing hepatitis B virus recurrence. The current recommendations, produced by the Turkish Association for the Study of the Liver, Acute Liver Failure and Liver Transplantation Special Interest Group, suggest a reduced need for hepatitis B immunoglobulin administration with effective long-term suppression of hepatitis B virus replication using potent nucleos(t) ide analogs after liver transplantation.Öğe Endocan as a potential biomarker of disease severity and exacerbations in COPD(Erdal İn, 2021) Erdal İn; Mutlu Kuluöztürk; Teyfik Turgut; Ayşegül Altıntop Geçkil; Nevin İlhanIntroduction: Endocan is a proteoglycan that is regarded as a novel marker of endothelial dysfunction. Endothelial dysfunction in pulmonary vascular bed is known to play an important role for the pathogenesis of COPD. Objective: This study aimed to determine serum endocan levels in patients with stable COPD and acute exacerbation of COPD (AECOPD) and to test the relationship between serum endocan levels and exacerbations. Methods: This study enrolled a total of 55 COPD patients, 24 of which had AECOPD and 31 had stable COPD. All patients' basic demographic and clinical data were recorded and blood samples were collected. Results: Serum endocan levels were significantly higher in the AECOPD group compared to the stable COPD and control groups (for both p < 0.001) and stable COPD group had higher levels than the control group (p < 0.005). Additionally, serum endocan levels were negatively correlated with FVC, FEV1, partial oxygen pressure and oxygen saturation (r = -0.30, p = 0.03; r = -0.34, p = 0.01; r = -0.34, p = 0.01 and r = -0.36, p = 0.007 respectively), and positively correlated with disease duration and systolic pulmonary artery pressure (r = 0.47, p < 0.001; r = 0.31, p = 0.02 respectively). A cut-off value of 434.29 pg/ml for endocan predicted exacerbation with a sensitivity of 79% and a specificity of 84% (AUC: 0.778, 95% Cl 0.648-0.909; p < 0.001). Logistic regression analysis revealed that increased endocan levels was independent predictor of COPD exacerbation (OR = 9.32, 95%CI, 1.64-52.95; p = 0.01). Conclusion: Endocan may be a novel biomarker for detection of endothelial dysfunction and prediction of exacerbations in patients with COPD.Öğe Mortality analysis of COVID-19 infection in chronic kidney disease, haemodialysis and renal transplant patients compared with patients without kidney disease: a nationwide analysis from Turkey(Pembegul, Irem, 2020) Savas Ozturk; Kenan Turgutalp; Mustafa Arici; Ali Riza Odabas; Mehmet Riza Altiparmak; Zeki Aydin; Egemen Cebeci; Taner Basturk; Zeki Soypacaci; Garip Sahin; Tuba Elif Ozler; Ekrem Kara; Hamad Dheir; Necmi Eren; Gultekin Suleymanlar; Mahmud Islam; Melike Betul Ogutmen; Erkan Sengul; Yavuz Ayar; Murside Esra Dolarslan; Serkan Bakirdogen; Seda Safak; Ozkan Gungor; Idris Sahin; Ilay Berke Mentese; Ozgur Merhametsiz; Ebru Gok Oguz; Dilek Gibyeli Genek; Nadir Alpay; Nimet Aktas; Murat Duranay; Selma Alagoz; Hulya Colak; Zelal Adibelli; Irem Pembegul; Ender Hur; Alper Azak; Dilek Guven Taymez; Erhan Tatar; Rumeyza Kazancioglu; Aysegul Oruc; Enver Yuksel; Engin Onan; Kultigin Turkmen; Nuri Baris Hasbal; Ali Gurel; Berna Yelken; Tuncay Sahutoglu; Mahmut Gok; Nurhan Seyahi; Mustafa Sevinc; Sultan Ozkurt; Savas Sipahi; Sibel Gokcay Bek; Feyza Bora; Bulent Demirelli; Ozgur Akin Oto; Orcun Altunoren; Serhan Zubeyde Tuglular; Mehmet Emin Demir; Mehmet Deniz Ayli; Bulent Huddam; Mehmet Tanrisev; Ilter Bozaci; Meltem Gursu; Betul Bakar; Bulent Tokgoz; Halil Zeki Tonbul; Alaattin Yildiz; Siren Sezer; Kenan AtesBackground Chronic kidney disease (CKD) and immunosuppression, such as in renal transplantation (RT), stand as one of the established potential risk factors for severe coronavirus disease 2019 (COVID-19). Case morbidity and mortality rates for any type of infection have always been much higher in CKD, haemodialysis (HD) and RT patients than in the general population. A large study comparing COVID-19 outcome in moderate to advanced CKD (Stages 3–5), HD and RT patients with a control group of patients is still lacking. Methods We conducted a multicentre, retrospective, observational study, involving hospitalized adult patients with COVID-19 from 47 centres in Turkey. Patients with CKD Stages 3–5, chronic HD and RT were compared with patients who had COVID-19 but no kidney disease. Demographics, comorbidities, medications, laboratory tests, COVID-19 treatments and outcome [in-hospital mortality and combined in-hospital outcome mortality or admission to the intensive care unit (ICU)] were compared. Results A total of 1210 patients were included [median age, 61 (quartile 1–quartile 3 48–71) years, female 551 (45.5%)] composed of four groups: control (n = 450), HD (n = 390), RT (n = 81) and CKD (n = 289). The ICU admission rate was 266/1210 (22.0%). A total of 172/1210 (14.2%) patients died. The ICU admission and in-hospital mortality rates in the CKD group [114/289 (39.4%); 95% confidence interval (CI) 33.9–45.2; and 82/289 (28.4%); 95% CI 23.9–34.5)] were significantly higher than the other groups: HD = 99/390 (25.4%; 95% CI 21.3–29.9; P?Öğe Öğe Bir Dokunuş, Bir Ölüm(2021-10-(14-17)) Demir, Bilgehan; Pepele, Mustafa SefaLangerhans hücreli histiyositoz, inflamatuar bir neoplazidir. Genelde ciltte görüldüğünden, en sık kafa derisinde veya gövde de seboreik döküntü olarak gözlemlenir. Beraberinde multisistemik tutulum sık olduğundan organ disfonksiyonu açısından değerlendirilmelidir. 7 yaşında erkek vaka olarak sunmaya çalıştığımız vakamızda rastlantısal olarak tespit ettiğimiz durumun bir malignite olması ve dahi yapmayı düşündüğümüz müdahalenin ölümcül sonuçlarının olabilmesi düşündüğümüzde çok ciddi bir durumun dikkatimizle engellediğimiz ve bu gibi durumlar için tüm hekim arkadaşlar için uyarıcı nitelikte olması gerektiğinden bu vakayı paylaşmak istedik. Bu vaka da olduğu gibi yapacağımız basitte olsa her müdahalede, niçin yapmamız gerekliliği ilgili bir sebebin olması hem doktorluk etiği açısından hem de vicdani boyutu bakımdan şarttır. Daha büyük komplikasyonlar daha küçük ayrıntılara olan dikkatle aşılabilir.Öğe Sleep Quality, Depression, Hopelessness, and Quality of Life in Elderly Hemodialysis Patients(Akademik Geriatri Derneği, 2022) Yakaryılmaz Datlı, Funda; İrem, PembegülObjective: This study aimed to assess and compare the relationships between depression, hopelessness, sleep, and quality of life in two age groups of elderly and young patients with end-stage renal disease undergoing hemodialysis (HD). Materials and Methods: The study included 130 patients under follow-up for hemodialysis (55 aged <60 years and 75 aged ?60 years). Depression levels, sleep quality, and quality of life of all participants were evaluated using the Beck depression inventory (BDI), Beck hopelessness scale (BHS), the Pittsburgh sleep quality index, and the short form-36, respectively. Results: Of the participants, 55% (n=72) were female, and 45% (n=58) were male. The mean age was 59.48±14.57 years. There was no significant difference between the age groups concerning the BHS scores (6.82±4.73 vs. 6.57±4.20) (p=0.756). However, the BDI scores were significantly higher among younger participants (38.67±19.45 vs. 23.45±17.13) (p<0.001). Also, the sleep quality of the elderly group was significantly worse than the younger group (5.16±2.93±6.49±3.01) (p=0.013). Concerning the health-related quality of life, physical performance (45.81±19.33 vs. 39.49±13.07) and mental health (44.63±18.69 vs. 36.80±16.49) subscales were significantly lower in the elderly group (p=0.028 and p=0.013, respectively. Conclusion: We conclude that age is a significant factor requiring consideration when assessing and managing patients under HD. Although the functional capacity and sleep quality deteriorate with age, younger HD patients are more disadvantaged concerning the possibility of depression. Thus, we suggest age-specific approaches in HD patients with a multidisciplinary team.Öğe Bakımevinde Kalan Yaşlılarda Dermatolojik Hastalıklar ve Malnütrisyon Durumunun Değerlendirilmesi: Kesitsel Bir Çalışma(2022) Kalaycı, Bülent Nuri; Datlı Yakaryılmaz, FundaAmaç: Yaşlı bakımevi sakinleri, yüksek dermatolojik hastalık sıklığına ve malnütrisyon oranına sahiptir. Bu çalışmada, bakımevinde kalan yaşlılarda, dermatolojik hastalıkları ve malnütrisyon durumları ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, Malatya’da bulunan 3 farklı bakım merkezinde gerçekleştirildi. Hastaların sosyodemografik verileri, dermatolojik hastalıkları, sistemik hastalıkları ve malnütrisyon durumları belirlendi. Hastalar, nütrisyonel durumlarına göre malnütre, riskli ve normal olarak 3 gruba ayrıldı. Bulgular: Bu çalışmaya 211 kişi katıldı. Çalışmaya katılanların 139’u (%65,9) erkek, 72’si (%34,1) kadın ve hastaların yaş ortalamaları 75,8±7,2 (medyan: 75, minimum: 62, maksimum: 102) yıl idi. Katılımcıların %29,9’unda malnütrisyon, %24,2’sinde malnütrisyon riski mevcuttu. Dermatolojik hastalıklar gruplandırıldığında sırasıyla eritemli skuamlı hastalıklar %81,5, yaşa bağlı değişiklikler %75,4, benign deri lezyonları %58,3, enfeksiyöz hastalıklar %56,9, prekanseröz ve malign lezyonlar %30, inflamatuar hastalıklar %11,8 oranında mevcuttu. Yaş grup larına göre, 75 yaş ve üzeri hastalarda enfeksiyon hastalıkları istatistiksel olarak önemli derecede daha fazla izlendi (p<0,05). Dermatolojik hastalıklar ile malnutrisyon durumları karşılaştırıldığında, eritemli skuamlı hastalıklar ve enfeksiyon hastalıkları; malnütre ve riskli grupta normal gruptaki hastalardan daha fazla izlendi. Bu durum istatistiksel açıdan anlamlı bulundu (p<0,05). Sonuç: Bakımevlerinde kalan yaşlılarda dermatolojik hastalıklar sık izlenmektedir. Çeşitli faktörlerin etkisiyle meydana gelen malnütrisyon da önemli bir sorundur. Bu nedenle dermatolojik hastalıkların varlığında, hastaların nütrisyonel durumlarının araştırılması altta yatan sebeplerin belirlenmesi açısından önemlidir.Öğe An Accurate Multiple Sclerosis Detection Model Based on Exemplar Multiple Parameters Local Phase Quantization: ExMPLPQ(Multidisciplinary Digital Publishing Institute (MDPI), 2022) Macin, Gulay; Taşçı, Burak; Taşçı, İrem; Faust, Oliver; Barua, Prabal Datta; Doğan, Şengül; Tuncer, Türker; Tan, Ru-San; Acharya, U. RajendraMultiple sclerosis (MS) is a chronic demyelinating condition characterized by plaques in the white matter of the central nervous system that can be detected using magnetic resonance imaging (MRI). Many deep learning models for automated MS detection based on MRI have been presented in the literature. We developed a computationally lightweight machine learning model for MS diagnosis using a novel handcrafted feature engineering approach. The study dataset comprised axial and sagittal brain MRI images that were prospectively acquired from 72 MS and 59 healthy subjects who attended the Ozal University Medical Faculty in 2021. The dataset was divided into three study subsets: axial images only (n = 1652), sagittal images only (n = 1775), and combined axial and sagittal images (n = 3427) of both MS and healthy classes. All images were resized to 224 × 224. Subsequently, the features were generated with a fixed-size patch-based (exemplar) feature extraction model based on local phase quantization (LPQ) with three-parameter settings. The resulting exemplar multiple parameters LPQ (ExMPLPQ) features were concatenated to form a large final feature vector. The top discriminative features were selected using iterative neighborhood component analysis (INCA). Finally, a k-nearest neighbor (kNN) algorithm, Fine kNN, was deployed to perform binary classification of the brain images into MS vs. healthy classes. The ExMPLPQ-based model attained 98.37%, 97.75%, and 98.22% binary classification accuracy rates for axial, sagittal, and hybrid datasets, respectively, using Fine kNN with 10-fold cross-validation. Furthermore, our model outperformed 19 established pre-trained deep learning models that were trained and tested with the same data. Unlike deep models, the ExMPLPQ-based model is computationally lightweight yet highly accurate. It has the potential to be implemented as an automated diagnostic tool to screen brain MRIs for white matter lesions in suspected MS patients.Öğe Evaluation of the relationship between nasal septal deviation and development of facial asymmetry with anthropometric measurements depending on age: The effect of nasal septum deviation on craniofacial asymmetry and somatotype(Elsevier, 2022) Arpacı, Muhammed Furkan; Özbağ, Davut; Aydın, Şükrü; Şenol, Deniz; Baykara, Rabia Aydoğan; Çiçek, İpek BalıkçıAim: It was aimed to determine the change of facial asymmetry resulting from nasal septal deviation (SD) depending on age, gender, degree of deviation and the affected area besides the effect of SD on somatotype and craniofacial morphology. Materials and methods: 171 volunteers (90 males, 81 females), 27 individuals aged 9–13, 44 individuals aged 14–18, 44 individuals aged 19–23 and 56 individuals in control group participated in the study conducted in otorhinolaryngology polyclinic.11 photometric, 16 anthropometric measurements were taken from the participants. Results: SD affects facial asymmetry formation, although not statistically significant compared to healthy individuals asymmetry rates (p?0.05). It was determined that the degree of SD affected asymmetry only between the ages of 14–18 (in adolescence) and the development of asymmetry in all SD patients was not statistically dependent on age and gender (p?0.05). Photometric measurements demonstrated asymmetries in horizontally-extending parameters of 1/3 middle part of face. There was no statistically significant difference in the cranial anthropometric measurements of the upper and lower 1/3 of the face compared to the control group (p?0.05). The order of the most asymmetrical parameters is Alare-Zygion, Alare-Subnasale, Cheilion-Gonion, Exocanthion-Cheilion, Midsagittal plane-Zygion, Zygion-Cheilion, Zygion-Gonion, Subalare-Cheilion, Glabella-Exocanthion. In all participants were determined that endomorph somatotype was dominant in female and mesomorph somatotype was dominant in male besides SD did not affect somatotype and somatotype did not alter with age. Conclusion: The development of facial asymmetry due to SD is not affected by age and gender furthermore SD does not affect craniofacial asymmetry and somatotype.Öğe Clinical and Molecular Findings in a Turkish Family Who Had a (c.869-1G>A) Splicing Variant in PSEN1 Gene with A Rare Condition: The Variant Alzheimer's Disease with Spastic Paraparesis(Bentham Science, 2022) Doğan, Mustafa; Eröz, Recep; Tecellioğlu, Mehmet; Gezdirici, Alper; Çevik, Betül; Barış, İbrahimBackground: Early-onset Alzheimer's disease (EOAD) is commonly diagnosed with an onset age of earlier than 65 years and accounts for 5–10% of all Alzheimer's disease (AD) cases. To date, although only 10-15% of familial EOAD cases have been explained, the genetic cause of the vast proportion of cases has not been explained. The variant Alzheimer's disease with spastic paraparesis (var- AD) is defined as a rare clinical entity characterized by early-onset dementia, spasticity of the lower extremities, and gait disturbance. Although the disease was first associated with variants in exon 9 of the PSEN1 gene, it was later shown that variations in other exons were also responsible for the disease. Objective: The current study aims to raise awareness of varAD, which occurs as a rare phenotype due to pathogenic variants in PSEN1. In addition, we aimed to evaluate the spectrum of mutations in varAD patients identified to date. Methods: Detailed family histories and clinical data were recorded. Whole exome sequencing was performed and co-segregation analysis of the family was done by Sanger sequencing. Also, a review of the molecularly confirmed patients with (varAD) from the literature was evaluated. Results: We identified a heterozygous splicing variant (c.869-1G>A) in the PSEN1 gene, in a family with two affected individuals who present with varAD. We reported the clinical and genetic findings from the affected individuals. Conclusion: We present the detailed clinical and genetic profiles of a Turkish patient with the diagnosis of varAD together with subjects from the literature. Together, we think that the clinical characteristics and the effect of the (c.869-1G>A) variant will facilitate our understanding of the PSEN1 gene in AD pathogenesis.Öğe Cyberchondria, Covid-19 phobia, and well-being: a relational study on teachers(Mattioli1885, 2022) Karakaş, Neşe; Tekin, Çiğdem; Bentli, Recep; Demir, EkremBackground: This study aims at investigating level and contributor factors of Cyberchondria, COVID-19-related Phobia, and Well-Being in a sample of teachers in Turkey. Methods: The study was conducted on teachers (n=1000) working in a province in eastern Turkey. Data for the study were collected using a form that included particitest, and Kruskal Wallis analysis of variance were used to analyze the data. Results: As participant's cyberchondria levels rose, C19P-SE scores increased (r=0.271, p<0.001), and WHO-5 scores decreased (r=-0.224, p<0.05). Corona-phobia was higher in those who used social media than in those who did not (p<0.05). Cyberchondria scale scores were higher among those who had taken medications without a physician's recommendation during the pandemic. Participants who had a disabled person or a person in need of care in their household had higher scores for distrust of the physician and C19P-SE than for the cyberchondria severity scale sub-dimension, and the WHO-5 mean scores were lower (p<0.001, P=0.016, and P=0.020, respectively).Conclusions: The study results show that increasing levels of cyberchondria trigger COVID-19 phobias in teachers during the COVID-19 pandemic and negatively affect their well-being. This descriptive study can help understand the risk group for cyberchondria, the influencing factors, and the health and economic consequences, and identify strategies for effective combating with cyberchondria.Öğe A Case of Neuroleptic Malignant Syndrome After COVID-19 Vaccination and Possible Mechanisms of Vaccines in the Formation of This Syndrome(Taylor & Francis, 2022) Taşcı, İrem; Uğur, KerimNeuroleptic malignant syndrome COVID-19 Vaccine Fatal ComplicationÖğe Evaluation of neurological disorders that develop concurrently with COVID-19 pneumonia: a retrospective analysis(Associacao Arquivos de Neuro-Psiquiatria Dr. Oswaldo Lange / Associação Arquivos de Neuropsiquiatria Dr Oswaldo Lange, 2022) Taşçı, İrem; Balgetir, Ferhat; Müngen, Bülent; Demir, Caner Feyzi; Gönen, Murat; Delen, Leman Acun; Kurt, OsmanBackground: During the pandemic, many neurological symptoms have been evaluated as complications of COVID-19 pneumonia. Objective: To investigate the frequency and characteristics of neurological findings, and their effects on the prognosis of patients with COVID-19 pneumonia who consulted with the Neurology department. Methods: Data on 2329 patients who were hospitalized with the diagnosis of COVID-19 pneumonia in our hospital were scanned. The clinical, laboratory and radiological findings relating to treatment of 154 patients who required neurological consultation were retrospectively evaluated by reviewing the clinical notes. Results: The number of COVID-19 pneumonia patients who required neurological consultations while hospitalized in the ICU was 94 (61.0%). The most common symptom among these patients was hyperactive delirium. Mean age, ferritin levels and CRP values ??of those with delirium were higher, while the mean lymphocyte percentage were lower, than those of the patients without delirium. Epileptic seizures were observed in eight patients without an epilepsy diagnosis. Two patients were diagnosed with GBS and one patient with ICU neuropathy. The D-dimer levels of patients with acute hemorrhagic CVD and the thrombocyte levels of patients with acute ischemic CVD were found to be higher than in patients without acute ischemic CVD. Conclusion: The proportion of patients who required neurological consultations was higher in the ICUs. We observed neurological symptoms more frequently in the advanced age group. There were no significant increases in the incidence of other neurological conditions except delirium, in COVID-19 patients. We think that further studies are needed to support our data.